21 Temmuz 2014 Pazartesi

Tekrar gurur ve sevgiyle..



               
           Senelerdir seslerine,coşkularına, her geçen gün yenileri eklenen başarılarına derin bir hayranlık,takdir ve tutkuyla ortak olduğum Boğaziçi Caz Korosuna ithafen karaladığım birkaç paragraf ve Ankara'daki ilk senemde ilk kez kendileriyle karşılaşma hikayemi anlattığım yaklaşık bir sayfalık yazım gözüme çarptı bu sabah..Bloğumda paylaşılmış yazılardan sadece bir tanesi..Arşivlenmiş yazılar sütununda 'Eylül 2013' olarak iliştirilmiş bir sayfadan ibaret eski yazıların içinde kalakalmış..

           Gözlerim dolaştı tekrar satırları boyunca sayfanın..İçimde kendimi bildim bileli var olan zaman zaman siyah-beyaz tuşlarda kimi zaman da geldikçe içimden boş satırlara diziliveren sözcüklerle açığa çıkan bir tutkunun; sanata, müziğe olan zaafımın parıltılarını ancak böyle pırıl pırıl bir oluşumla dışa vurabildiğimi sezdim aralarında satırların.. 

           Hakkında yazdığım, düşünmekten hoşlandığım diğer birçok konuda olduğu gibi çok sayıda kişinin yorumlarına,eleştrilerine rastladım geçen bu bir yıl içinde..Hayranlık ve destek dolu satırların yanı sıra yersiz eleştriler, samimiyetsiz yergilerle dolu yorumlara şahit oldum her köşede. Benim düşüncelerim de belki onlarınki kadar uzak değil fakat hep dışarıdan birinin gözünden yapılan yorumlardan öte değildi o zamanlar.. 


            Çok geçmeden bu sıcak 'aile'nin çok da dışında kalmamaya başladı içinden 'onlar' geçen cümlelerim..İçten arkadaşlıklarını, saatler süren provalarını, konser önü streslerini,heyecanlarını, kuliste içilen bitki çaylarını, acil ihtiyaç ilaçlarını,ballı zencefillerini, doğum günü sürprizlerini, her seferinde daha çok farkına vardığım aralarındaki sımsıkı bağı, sıkı bir kendine gelme ile sonuçlanan kahkahalarını, yemek molalarında bile zamanla olan yarışlarını, sadece 40 kişiye değil yıllar yılı yüzü aşkın kişiye sıcacık bir aile ortamı olmanın yanı sıra bambaşka deneyimler yaşatan bu koronun;bu muhteşem insanların azmine, müziğe olan inancına, bambaşka seslerin böylesine uyumuna ve bu uyumun hem de böylesine bir tutkuyla ortaya çıkmasına şahit oldum.. Uykusuz gecelerin ardından çıktıkları konserlerde izleyicileri enerjileri ile kendilerine hayran bıraktıkları konserlere,bambaşka şehirlere yolculuklarına; sıcak soğuk demeden seslerindeki 'direniş'e, dakikalarca ayakta alkışlandıkları gecelerine ortak oldum kah yanlarında kah başka şehirlerde..


             Sanata, Türkiye'deki sanat ve 'sanatçı' algısına, kapatılan Devlet Opera ve Bale'sinden sanatçıya gösterilen 'özen'e kadar; hatta bir enstrüman çalmanın bile lüks sayıldığı ülkemde sanata verilmeyen desteğe varan upuzun bir umutsuzluk zinciri domino taşları misali yıkıyor içimdeki nice umudu her geçen gün..Ne profesyonel olarak uğraşıyorum bir sanat dalı ile ne de tek problem koltuk sahibi kimselerin 'verdiği değer' yeni yaratılara.. Nice nüansı görmekten yoksun 'bizlere' altı bomboş biz olma dersleri veriliyor tahta sıralardan miting alanlarına! Oysa ne yazabiliyoruz dilediğimizce ne söyleyebiliyoruz gönlümüzce avaz avaz hak edilen yerlerde ne de değer görüyor "söyleyecek nice sözü olan nice değer".. Ne de her türlü yazının arasına sıkıştırıyor görünmek istiyorum siyaseti,ki bambaşka bir bilinç yoksunluğundan dem vuruyorken size yine..

              Sözü yine geçirmiş olmam bu yollardan da 'bu zamanlarda' güzel değerler bulmuş olma sevincimden dökülen kırıntılar anlayacağınız üzere..Güzel işler yapan,'biz' olmayı saf tutkudan üreten, 'bizi' güzel ve hatırlanası kıldıran dünyanın bambaşka belleklerinde,çok daha iyi platformlarda çok daha yankılı alkışlanmayı hak eden ve artık yabancı kimselermiş gibi bahsedemediğim bu güzel insanlar işte tutan domino taşlarını..Uzun lafın kısası içi boşaltılan 'sanatçı' kavramını çok öteye;hak ettiği yere her geçen gün daha da yaklaştıran seslerin sahibinden bahsediyorum satırlardır.. 


               Ve sevgili Masis; sadece şef sıfatıyla konser kovalamak ya da sahnede diyapazonunu sağ cebinden çıkarmakla başlayan serüvenini yaptıklarının tümü sananların aksine;koroyu her daim bir arada tutan, değil gecenin bir yarısını sabahın ilk saatlerini gündüzüne katan, enerjisinin sınırlarını kendi bile kestiremeyecek kadar çalışkan ve tutkulu,hemen hemen çoğu kişinin bir şekilde tanışma fırsatını bulduğu, bambaşka şehirlerde kahvenizi paylaşabileceğiniz ya da konser çıkışları selfie'lerini memnuniyetle karşılayacak kadar sıcak ve mütevazi.. Mükemmelin peşinde müziğin rotasından çıkmadan hazla,hızla koşan bir adam,bugünlerde 'sanatçı' sıfatının içini boşaltan kimselerin yakınından geçmeyen bir sanatçı, iyi bir dost.. Ya da en uzak olanın gözünden herkesin en az 'biraz' tanıdığı iyi bir şef...Kendi deyimi ile "söyleyecek sözü olanların yapacağı bu işi" senelerdir başarı ile taşıyor korosuyla birlikte..


                Organizatörlerinden, dünya tatlısı koristlerine, salonları dolduran alkışları hatta sesleri yankılanan anları ölümsüzleştiren fotoğrafçısından o birbirinden güzel yarışma videolarını hazırlayan pırıl pırıl yeteneklere,emeklere dek; işte bu kocaman aileye bir sene sonra bambaşka gözlerle bakarken şimdi onları gerçek anlamda tanımaya başladığımı ve sevinçlerine başka türlü ortak olduğumu hissediyorum.. Daha sıcak daha yakın daha dolu dolu. 


                'Bizim gençliğimizden sanat,ışık,umut,müzik dolu bir parça.' demişim bir sene önce. Şimdi ise bu tanımı daha da genişleterek, katarak tüm gözlemlerimi ve tüm noktalarını,paylaşmaya değer olan, bir yazıya sığdıramayacağımı fark ederek tekrar gurur ve sevgiyle kucaklıyorum hepsini..


http://begumbilgin.blogspot.com.tr/2013/09/bir-nisan-aksam-umutsksanat-ve-basar.html
                        

          
                       


                      

  
                         


                         


                         

                      

                   
                            

                          

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Sıcacık bir selam olsun tüm güzel ruhlara..



             Erkeni,vaktinde olanı, gecikmişi yoktur ölümün..Tüm ölümler erken,hepsi aynı sona aynı acıya gebe. Daha acısı,daha fazla ses getireni, daha çabuk unutulanı yok..Kimi daha beklenmedik belki, daha şaşırtıcı,ya da daha önemsiz kimilerine göre..Oysa aynı şekillerde,aynı acılarla,bambaşka anılar bırakarak ve bir sürü seven bırakıp arkalarında giderler 'giden'ler..

           Unutulmaz da kemikleşir belki acıları..Alışmak değil de kanıksamak zorunda bırakır hayat yokluklarını. Ölüm,ilginçtir ki, bir tek gideni almaz; gidenle birlikte nice şeyi alıp götürür ebediyen..Ne kıyafetler giyilir tekrar,ne telefonu çalar gidenin ne de adı yankılanır buradaymış gibi..İsminin başına koskoca bir hüzün unvanı yerleşir..Bahsedenin sesi bile değişir;zamanı geçmiş zamanda kalır ya gidenin..

             Sarıp sarmalanmış eşyalar çıkar sandıklardan..Daha güzel günlerde giymek için saklanılan kıyafetler..Eski yemek tarifi defterleri,sararmış sayfalar dolusu mektup.Daha geniş masalar için saklanan içkiler,yarım kalmış parfüm şişeleri..O gitti şu koltuklar bile duruyor utanmadan yerinde dediğiniz anlar kalır,o koltuklarda yapılan sohbetler yankılanır koridor boyu.. Tüm sırlar sinmiştir duvarlara;kahkahalar,gereksiz tartışmalar,sonu gelmez sohbetler..Onların bile hala var olduğu,yerli yerinde durup sizi rahatsız edişi kemirir durur sizi..

              Zaman zaman anımsar 'giden'leri ve böyle hüzünlere boyanırım..Masanın üzerindeki yeşil telefona artık kimsenin cevap vermeyeceğini anımsar canım sıkılır işte..Daha fazla fotoğraf, geçirilebilecek daha fazla, daha dolu dolu vakitler için hayıflanır,koskoca bir varlığın bütünüyle masal olduğu gerçeğine inanmak istemem..

              Masal demişken;sadece geçmiş zaman olma özelliği ya masalların,yoksa hiçbir şey kaybetmez gerçekliğinden kimsesiz kalan yeşil telefonu büyükannemin,kalemi Orhan Veli'nin, arşınladığı sokaklar Rüştü efendinin,direnişi Ali İsmail'lerin.. Zamanın gerisinde bırakmış olduğumuz tüm güzel ruhlara hayıflandım işte,bilmem neden..Hepsi bambaşka yerlerinde zamanın;silinmeyecek kadar başka hudutlarda dolaşıyorlar hala..Sıcacık bir selam olsun sadece taşıdığı bedeninden kopmuş tüm güzel ruhlara..

                

             


           

            

12 Haziran 2014 Perşembe

Sahici miydi o yağmur?


              Bir kapı daha bahçeye girdikten sonra..Dik merdivenlere açılan darca bir giriş,birkaç mermer basamak ve eskiden hallice bir asansör..Kendinizi görmeseniz açınca kapısını darlığı daha da boğacak insanı..Yağmurdan ıslanmış saç uçlarım,rujun solmuş rengi,kollarımda günün yükü,yüzümde değişik bir ifade..Yorgunluk,şaşkınlık,heyecan hepsi iç içe hafif sararmış cildimde..Yadırgar bir tavırla düğmesi çatlamış üçün üzerine basıyorum yabancı asansörde.Eski asansörlerin dururken zıplayan haliyle duruyor katında.Kapkaranlık bir hol karşılıyor açında kapıyı, gözlerim alışmadan seçemiyorum etrafı..El yordamıyla beyhude ışık düğmesi arıyorum pürüzlü duvarda..Dar hol uzunca iki koridora açılıyor;nedense sağdakini takip ediyorum..Terk edilmiş bir havası var buranın,üstelik öyle dar koridorlar,yanlış yere gelmiş olma ihtimali huzursuz ediyor,yağmur daha da şiddetli girdiğimden beri binaya..Koridorun sonundaki pencereden gelen solgun ışık sayıları seçebilmeme yardım ederken,doğru kapının önünde nedensiz beklediğimi fark ediyorum..Üç sıfır iki..Üçyüziki..
....
               Sabırsız bir tavırla elim tahta kapıyı tıklatıyor..Birkaç saniye içinde yavaşça aralanan kapı;tanıdık bir yüz, aşina olmadığım bir koku, özlediğim bir ses, beklenen bir sarılma ve bilindik bir karşılama;hoş geldin!

                Elimdekileri bırakıyor, suları odanın bej halı kaplı zeminine damlayan şemsiyeyi bir kenara koyuyor ve montumu çıkarıyorum. Çok geniş olmayan bir pencere ile aydınlanan küçük ama düzenli bir oda, özenle yerleştirilmiş eşyalar..Saat geç olmamasına rağmen kararmaya yüz tutmuş kapalı hava jaluzinin arasından dolduruyor küçük odayı,jaluzinin böldüğü çizgi çizgi yağmur damlaları camın önününe öylesine atılmış havası olan küçük masanın üzerinde gibiler..Su damlaları parfüm şişesi ile buluşmuş, gölgeleri kendilerinden daha etkileyici..Oda da yüz tutmuş kararmaya, yoğun parfüm kokusu,kırışmaması için yatağın üzerine serilmiş kıyafetler uzaklardan gelen birinin yorgun gününü anlatır gibi..Oda da yüz tutmuş geceye yorgun bir günden..

                Ucuna oturuyorum yatağın, soğuk biraz içerisi..Duvardaki gölgeme,dolabın aynasındaki yansımama takılıyor sık sık gözüm konuşurken ben..Yabancı geliyorlar bana, ben kendimi bu kadar 'ben' hissederken. Sonra zamanla alışıyorum loş ışığına,kendine has kokusuna, sessizliğine,zaman zaman derinden gelen hırıltısına odanın..Oda beni dinliyor ben onu. Oda kararıyor,oda ısınıyor,gölgeler kayboluyor duvarda; zaman akıp geçiyor, ayna bile seçememeye başlıyor 'ben'i karanlıkta..

               Nedense ışığı açmak bile gelmiyor aklıma; bazen parfüm şişesinde hayat bulmuş yağmur damlası bazen gölgemizi çizen soğuk duvarlar;kimi zaman ise bir boy aynasından başka şahidi olmaz konuşulanların..Küçücük odadan yükselen sesler telefonun küçücük hoparlöründen çıkan seslere karışır gider..Kokular siner üzerine, onları da sıyırıp götürür dışarıdaki deli rüzgar..Kaldırıp başını karşılaştığında kendinle aynada yabancı değil artık oda sana..

               Tekrar açtığımda kapısını asansörün,ne zaman eski zaman ne oda yabancı konuşulanlara ne benzim sarı geldiğim zamanki gibi ne rimelim taze ve bulaşmamış göz kapaklarıma ne de solgun rengi rujun dudaklarımda;şemsiye,elimdeki,kurumuş ve başka türlü zihnim..Ve bir adım rüzgarlı geceye uçuracak tüm kokuları...

                 En sevdiğim melodi çalıyor derinlerden..El yordamıyla kapatıyorum alarmı ve aralıyorum gözlerimi hafifçe..Ne gün kararmış ne de yağmur var dışarıda..Güneş masanın üzerinde duran geceden kalmış kahve fincanı üzerinde ışıldıyor..Anlattığım yer,aralayan kapıyı ve gölgeler duvarda beliren bir rüya mı geçmiş mi bulanıklaşıyor düşündükçe ve çekiliyor gölgeler yavaş yavaş.Güneş uçlarında saçlarımın ve ıslak değil üstüm başım..Yeni bir gün bugün..

                 

7 Mart 2014 Cuma

Bir 'gün'ünü daha geride bırakırken 'kadın'..


    
             Takvimler Mart ayının 8.gününü gösterdiğine göre istedim ki düşünelim tekrar 'kadın olmak' üzerine, kalemler 'kadın olma'ya bir gün veren popüler kültüre, bellekler gelmiş geçmiş farklı kadın figürlerine odaklanmışken bugün tüm dünyada.. Sever oldu insanoğlu herşeye bir gün vermeyi..Sevgililere,annelere,babalara, meslek gruplarına..Oysa biz hatırlamazken nice önemli şeyi, kadınlar gününü anımsamamak olmaz yeri bambaşkayken 'kadın'ın tüm dünyada..Önemsenen kadınlar mıdır yoksa diğer günler gibi bir 'gün' furyasına kapılmışlık hali midir bilmiyorum.Bugün 'biz'im günümüzken bilmezden gelme hakkımı kullanıyorum belki de.

              Yeri bambaşka derken 'kadın'ın sahiciydim;öyle iğnelemelerden uzak,tam olarak gerçek anlamıyla kullanıldığına canı gönülden inanabilirsiniz 'bambaşka'nın.. Yeri bambaşka kadının, toplumun en küçük birimi aileden tutun,toplumda her alanda.İş hayatında,okulda,trafikte, sokakta..Hatta daha geniş bir pencereden bakarsak politikada, hukukta, etik alanda, bir çok bilim dalında hatta insanoğlunu tam on ikiden vuran,bundan önce saydığım herşeyi (kabul etmek istemesek de) can evinden etkileyen 'din' olgusunda..

             Nasıl 'gün' veriyoruz şimdi herşeye, aslında kurallar koymak, elle bile dokunamadığımız nice şeye çelikten zırhlar örmek, kesin çizgiler çekmek hudut konamaz alanlara ve kalıplara sığdırmaya çalışmak üzerine düşünülmeye üşenilen her şeyi ruhunda var insanoğlunun. Biri katmış olsa gerek hamurumuza bu zehri,üflemiş ruhlarımıza lanet misali..

            Şimdi ne kadar düşünürsek düşünelim ne kadar geriye gidersek gidelim rüzgarı esiyor bir yerlerden lanetin,buluyor bizi.Hangi kapıyı kapatırsak kapatalım nafile kurtulamıyoruz ceryanında kalıp 'tutulma'sından bir yerlerimizin.

            Nasıl bilemiyorsak kim sürmüş unu eline kadının erkekten önce,öyle bulamadık 'kadınlık'ı kim koymuş her tartışmanın merkezine..Kim tanımlıyor 'kadın'olmanın zorluklarını,kim demiş 'kadın ağlar erkek susar' diye..Kadın'ın bekareti neden orta yerinde 'aile'nin,aşiretin,siyasetin,hukukun,dinin,şiddetin? Kadın öncelikle varoluşuyla,bilgisiyle,sevgisiyle,aşkıyla; evlatken,anneyken,sevgiliyken,hayat arkadaşıyken,dostken,sırdaşken,emekçiyken,çalışanken,sanatçıyken dünyaya, kim koymuş ikinci sıraya? Kim takas etti ilk kız çocuğunu bir binek hayvana? Kim akıttı ilk göz yaşını bir annenin? Neden karıştırır dururuz ayıpla mahremi? Görmedik mi hiç, bir annenin göğsünden akan bembeyaz hayatı,peki neden kızartır olduk yüzlerimizi 'kadın' vücudu dendiğinde? Siz inanıyorsanız aşka inanıyorsanız sanata inanıyorsanız doğaya neden büyük harflerle yazdınız 'kadın'bekaretini. Neden sünnet ettiniz onca kadını Afrika'da? Niçin takıldık 'kadın'ın saçına gözüne kaşına,eteğinin boyuna, gücünün şiddetine,daha yeteneksiz olduğuna park ederken arabasını..Ve neden düşünmedik ne kadar acı çeken varsa dünyada erkek olduğu kadar 'kadın'ın da olduğunu..

           Sadece 'kadın'dan bahsediyoruz bugün diye..Odak noktamız 'kadın' oluvermiş ya saat 12'yi geçtikten sonra(!) Yoksa ne o bildiğiniz katı feministlerdenim ben ne de her sözü 'kadın'ın gücü vurgusu ile bitirmek isteyenlerden.Siz de her ne şekilde tanımlıyorsanız benliğinizi ,'insan' olarak sadece, okurum olmanızı istedim bu 'kadın'ların gününde. Şimdi 'kutlu'olsun mu demeliyim 'gün'ümüz yoksa 'kutlu olmalıydı'mı.Bilemedim...



              

              

              

28 Şubat 2014 Cuma

Tüketmemek Adına..



           Hatırlarım cama dokunan yağmur damlalarını sanki ilk defa görür gibi, ilk defa koklar gibi kızarmış bir dilim ekmeği, ve ilk defa bu kadar uzaklaşmış gibi kendime halbuki bu kadar yakın hissederken 'ruh'umu.. 

                  Ruh hapis midir bedende yoksa yaşar mı başka yerlerde de.. O'nu olabildiğince uzak da hissedebilirken nasıl dokunulası oluverir incecik insan derisinin altında.. Ruh mudur dokunulan? Ten mi değen tene..Peki taşıyan özlemi..

                 Hissetmek,anımsamak kolay geliyor yazmaktan. Öldürüyoruz sözcükleri..Bakmayın öyle durduklarına, bir tanesi bile tek başına oluştururken gerçeği nasıl söylersiniz nefes almadıklarını..Kim duymamıştır kalp atışlarını..

                  Bağırır sözcükler,susar,utanır, alışır, alıştırır,küser,kimi zaman da utanmadan akar gider arasından dudakların.Ölür sözcükler..Yitirir anlamını.Belki bu yüzden kolaylaştıkça sözcükler korkarım yazmaktan,telaffuz etmekten. En kolayları en çabuk ölür,en kolayları en hassasları çoğu zaman.. Yoğunlaştıkça duygular basitleşir sözcükler,belki o yüzden böyle tıkanıp kalmak.

                 Hissetmek ve susmak ve yitirmemek,öldürmemek sözcükleri daha seçilesi böyle zamanlarda..

                 O yüzden yazmak daha zor şu ara,çünkü daha zor seçmek sözcükleri;tüketmemek adına.. Ondandır aklımda kalanların bir yağmur serinliği ile taze ekmek kokusu olması yumuşacık bir doygunluğun..

                  

                   

                    

3 Şubat 2014 Pazartesi

Küstüğü Dünya Ali'nin



             1 Şubat 1979; 9 acımasız mermi, '29 senesi barışa açılan bir çift göze: İpekçi'ye 'fani son'u getirirken; patlattılar 21 sene önce 50 yıllık bir birikimi,katlettiler nice satırın aydın zihninini; Mumcu'yu. 2007 iken sene, vurdular özgürlüğü sırtından; üç el kurşuna hapsetmek istediler yüzyılların kardeşliğini, öldürdüler tedirgin barış güvercinini; Dink'i. Rahatsızlık duydular 2 satır arasında haykıran özgürlük,kardeşlik seslerinden. 'Biz' demeye korktular, zaman geldi kendilerini reddettiler. Zulüme başkaldırışları 'vicdan'dan yoksun her yolla kaldırmak istediler ortadan.Hepimiz dediğimizde, bizim kardeşimiz,bizim evlatlarımız dendiğinde samimi bile bulmadılar. Hissedemediler ki 'bir'liğimizi.. Göremediler bir bebeği nasıl katil yaptıklarını. Halbuki hepimiz aynı hamurdan; titrememiş midir gören gözleri çıkaran eller, kolay mıdır 'inandıkları' aynı 'tanrı'nın verdiği cana azrail olmak? 

              Ali..Oysa 10 sene önce bile dünyadan habersiz bir çocuk. O inanan taraftaydı 'biz'e. Biliyordu aynı 'gaz'ı solurken elinden geleni,kendi payına düşeni yapmasını gerektiğini.Geleceğin eğitimcisi olacaktı Ali. Sizin 'çocuk' dediğiniz Ali, birçoğundan yürekli, koskoca 'biz'in, zincirin tek halkası bir çekimlik nefes alabilmek için acele adımlarla sığınırken bir kuytuya,peşinde başka bir zamanın 'çocuğu'.. Katil 'yapılan' bebeklerden başka bir tanesi..Aşılanan tüm hıncını,nefretini kustu Ali'ye..Bir doktor! Hipokrat da allahsızdı vicdanım rahat dedi Ali'yi gönderdikten sonra ölüme. Ali..Bir zamanlar çocuk Ali.. 38 gün boyunca attı genç omuzlarına yüklenmiş hayatın yorgunluğunu, şokunu 'biz' derken vurulmanın bir copla sırtından..Kardeşi tarafından..38 gün sonra ya çok ağır geldi bu yük ona, ya da gitmek istedi 'vicdanını' satanların dünyasından.Ona küçüktü burası belki..Düşleri buralardan daha büyük daha özgürdü..O tedirgin güvercinlerin, patlatılan aydınların,çıkarılan gözlerin dünyasına küstü.Döndü sırtını ve sonsuz aydınlığa doğru yol aldı..

              Siz çizin altını soyadının. Ali korkmadı.Ali direndi..Ali gitti ama unutmadık onu.Şimdi mi? Şimdi Ali'nin küstüğü dünya işte,aynı. Hala 'hatırlamıyor' tanıklar, 'vicdan'ı rahat olduğu söyleniyor sanıkların. Onlar bu dünyanın sanıkları aslında..Ali'nin küstüğü dünyanın..

          

19 Ocak 2014 Pazar

Ne çok şey var aslında söylenecek;tam da bugün düğümlenir hepsi, kağıdı da kan tutar;şimdilik sadece ' BURADAYIZ AHPARİG ! ' diyebilmek adına..

'O' günden beri çınlar kulağımda ; " Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiç bir şey yapılamaz kardeşlerim!.."

Bir Ocak günü 'özgürlük' vuruldu sırtından ulu orta yerde ve düştü yere;geriye kalan delinmiş bir ayakkabı görüntüsü ile; özgürlüğün,adaletin 'ayakkabı kutu'larının içine doldurulduğu memleketimde; 'memleketimiz'de.

Şimdi,kim unutturabilir karanlığın içindeki güvercinin tedirginliğini,kim silebilir bizim bize yaptıklarımızı?...

İnsanoğlunun 'insan'lığa yakışmayan hazin hikayelerini andıkça,düşünürüz peşimizi bırakmayan kara bulutların sebebini..Kardeşin kardeşe kıydığı bir dünyada,herkesin aynı son için yaşadığı gerçeğini unutarak nasıl varılabilir aydınlığa?

Ve biliyoruz ki kötülükler hiç azalmayacak temizlenmedikçe ruhlar...Tıpkı bugün bolca rastlayacağımız içinde bolca 'inadına' geçen paylaşımlar gibi.. 'Ne' 'ne'yin inadına? Inat değil; kardeşlik, yüzyıllardır süre gelen birliğimiz,aynılığımız,yan yana mutfağımız,komşuluğumuz,dostluğumuz,sevgimiz, aşkımızdır bizi bize bağlayan...
#Hrantiçinadaletiçin