27 Kasım 2013 Çarşamba
Bakarken insana..
Bölümüm psikolojiye;hatta insan ruhunun inceliklerinden tutun bir göz hareketinin değdiği her köşeye farklı gözlerle bakmayı öğreten sosyal bilimlere;kalpten çıkıp kulakta çınlayan ve çıkıp geldiği yerde sonlanan yolculuğuyla sizi de bambaşka yerlere götüren müziğe,kısacası insanı yansıtan her şeye her geçen gün biraz daha bağlandığım şu sıralar rastladım bu yazıya..Bu büyük bir güç veriyor bana,umut dolu..Yaptığı işle böylesine özdeşleşebilen,örnek olan,yarınlara öncü olan,ilham kaynağı ve varoluşu ile anlam kazanan insanlar ve tabii ki hayatı işini ve en önemlisi insanı önemseyenler..Dersine insanı, hayatı öğrenir gibi her geçen gün daha da bağlandığım sosyoloji hocamız paylaştı bu hafta bu yazıyı..Etkilendim,doğru işlerin peşinde olduğumu farkettim..Paylaşmaktan mutluluk duyarım;
"Bursa Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde öğretim görevlisi olan Beşeri mezunu bir arkadaşımızın kendi giriş dersiyle ilgili öğrencileriyle FB üzerinden paylaştığı, sosyal bilimlerde cevaplardan ziyade soruların önemli olduğuna dair bir yorum (Zira, sosyal bilimlerde, U2'nun bir şarkısında da dediği gibi, "We thought that we had the answers / It was the questions we had wrong" meselesi en büyük yanılgı oluyor genelde), tereddütsüz paylaşmak isterim:"
***
"Sosyoloji öğrencileri, günlerce sınav okuduktan sonra, bir aferini hak ettiniz. Valla, çok zorlamışım herhalde sizi, ama değmiş; muadillerinizden kat kat daha iyi yazıp, farklı fikirleri birbirleriyle bağlantı içinde ifade edebiliyorsunuz. Soruyu anlamışsınız -ki, ileride anlayacaksınız, hayatta, cevap vermekten daha önemlisi, soruyu anlamaktan geçiyor: ve bazen, insan soruyu anladığında cevap bile vermek istemiyor. Doğru yoldasınız, sevindim açıkçası. Daha soyut yerlere doğru gidebilirim dönemin geri kalanında, gitmeye-de-bilirim. Bakalım.
Şöyle diyeyim, ilk sınav kağıdını elinize aldığınızda, bir sınıfın ruhunu anlarsınız; herkes birbirine kazık mı atmış, uyuyup uyuklayıp, beş para etmez notların fotokopileri mi dönmüş ortalıkta -ve eminim buna inanırsınız, başka sınıflarımda, geçen senenin notlarını olduğu gibi bana yedirmeye çalışan cevaplarla da karşılaştım; arkadaş, bu sene o meseleleri anlatmayı geç, o okumayı vermedim bile- yoksa, üç beş kişi oturup karşılıklı kafa mı patlatmış, bunu görebilirsiniz. Kafa patlatmak, bir güzergâh elde etmek her zaman takdire şayandır; gittiğiniz yol, ne olursa olsun, sizin yolunuzdur. Bursa'da üçüncü cohort bu, ya ben memlekette -özellikle devlet okulunda- işi sıkı tutarak biraz da tehditle, biraz da nikbinlikle meseleyi kıvırmaya başladım, ya da, siz bu işten keyif almaya başladınız; büyük ihtimalle her ikisi de biraz doğru. Biraz mükerrer bir ifade olacak ama, bizim lisansta yapabileceğimiz yegâne şey, yazı yazmaya, kitap okumaya, farklı fikirler arasındaki ilişkileri kavramaya başlamak; daha fazlası değil. Bu uğursuz dünyada, iki fikri birbiriyle çarpıştırabilen, çarpışan fikirlerden doğan olguların macerasının peşine uçurtmanın peşine düşmüş çocuklar misali düşen insanlar görünce, yaptığınız işten haz duymaya başlıyorsunuz.
Neyse, çarşamba veya perşembe notlarınızı görürsünüz sistemde. Hayırlı olsun."
18 Ekim 2013 Cuma
Ey can verenler ruhlarımıza !
Bulur gibiyim asıl yolları ve döner gibi aslıma;asıl sevdiklerime..Bırakmaya gelmiyor tutkunu olduklarını; olmadık sokaklarda ayaklarının altında ezilen yaprakların çıtırtısı gibi apansız geldiğini hissediyorsun sonbaharın..Seni besleyen değil içten içe çürüten, eksilten yağmurlar oluyor o sonbaharın anlamı ve sen ararken kendini yabancı şehirlerde ve rastlayınca eksik kaldıklarına anlıyorsun sebepsiz eksildiğini..
Bundandır mesela parmaklarımın piyanoma özlemi..Tekrar dokununca notalar bana, hissettim yılları koparan boşluğunu..
6 yaşındaydım ve beyaz omuzlarında dalgalanan kızıl saçlarını anımsarım;bembeyaz uzun parmaklarını;Elana..Ne güzel hoca ne güzel kadın..Bana zamandan bahsederdi;yıllar yılı zamana işleyen tınılardan,anlamlarından..Anlamlarına anlamlar kattığımız seslerden;parmakları süzülürken tuşlarda aklımdan hiç çıkmayacak sözleri dolardı kağıt kokulu çalışma odasına..
Daha çok küçük olduğumu ve bir gün seslerin bana da farklı dokunacağından bahsederdi..Anlam veremez düşünür;parmaklarına ve her daim gölgesi tuşların üzerinde dalgalanan kızıl saçlarına giderdi gözlerim..Koltukta eğreti,parmaklarım tuşların ucunda ve anlamına varamayacak kadar söylediklerinin küçüktüm..
Şimdi şimdi anlarım ya hikayesini;dokunuşunu seslerin ve birçok tutkunun; bizi biz yapan..
Ne bırakmaya ne de onlarsız yaşamaya geliyor;insanlara can veren kelimeleri,gözlerinden parmaklarının uçlarına kadar yerleşen özgün tınıları..
Biliyorum ki oynamak sözcüklerle,çözmek hikayesini her ezginin ve bilmek değişik ruh iklimlerinde renklendiklerini;yıllar yılı bu kadar hüzün,acı,yüzyıllarca anlatılası tutkular boşuna mıdır yoksa..
İlmek ilmek nasıl da örüldüğünü ruhların zamanla;nasıl biz olduğumuzu bir şiir gibi dört mevsim konçertosu gibi biz; zaman zaman dalgalanıp durulan ve farklı mevsimlerden geçen gelişirken ruhlarımız..
Zamanı,tınıları ve onları giydiren sözcükleri bırakırsak;kendimizi bırakırsak..
Dedim ya gelmiyor bırakmaya;bize ait her tutku emin adımlarla usul usul takip ediyor zaten bizi saklansalar da kimi zaman..Onlarsız ne yeşerilebilir ne varabilir tadına hayatın ne de biz biz olabiliriz;biz onların onlar bizim;birbirimizle anlam buluyoruz..
Dilerim hep eşlik etsinler..Işık tutarken kendime ve başka ruhlara..
29 Eylül 2013 Pazar
Bu güzel pazar gününde nefes alabilen;aldığı nefesin hakkını verebilen,kendi nefesiyle bambaşka şeylere ruh veren ve aldığı nefesi her saniye azimle,dopdolu umutlarla,sevgi ve tutkuyla veren herkese selam olsun. 'Bu zamandan' eksik olmasın varlığınız ve biz doldurmaya devam edelim aydınlık pazarlar ümidimizi 'bu zamanlara'. Ve 'zaman'dan küçük bir alıntı ile keyifli Pazarlar!..
Her sabah hesabınıza 86.400 TL yatıran bir
banka düşünün. Gün boyu istediğiniz kadar
parayı harcamakta veya harcamamakta
serbestsiniz. Parayı istediğiniz şekilde
kullanabilirsiniz. Oyunun sadece tek bir
koşulu var: harcamayı başaramadığınız
meblağ ertesi güne devretmez, akşam
hesabınızdan geri çekilir ve bu paranın hiç
bir bölümünü ne sebeple olursa olsun
saklayamazsınız. Bir önceki günün tutarının
tamamını harcamış veya hiçbir bölümünü
harcamamış da olsanız ertesi sabah
hesabınızda yine 86.400 TL bulacaksınız.
Nasıl keyifli değil mi ?..
Farkında olsanız da olmasanız da aslında
hepimizin böyle bir bankası var.. Adı
''ZAMAN" Her sabah 86.400 SANİYE
hesabınıza yatıyor ve o gün daha fazlasını
asla harcayamıyorsunuz. Kullanamadığınız
kısım ise akıp gidiyor ve hesabınızdan
siliniyor, hiç devretmiyor. Her gün size yeni
bir hesap açılıyor,her akşam günün bakiyesi
siliniyor.. Eğer günlük hesabınızı
kullanmadıysanız, bu zarar sizindir, geriye
dönüş yok, yarından avans çekmek yok..
Bugünü, bugünkü hesaptan yaşamalısınız..
ZAMAN hiç kimseyi beklemez.. Dün artık
mazi oldu.. Yarın ise muamma.. Bugün ise
avuçlarımızın içinde bize sunulmuş bir
armağandır.. Mutlu saniyeler...
16 Eylül 2013 Pazartesi
Umut,ışık,sanat ve başarı dolu bir koroya rastladım Nisan yağmurundan kalma bir akşamda...
Nisan Ankara'sının bol koşuşturmacalı, halsiz bir gününün yağmurlu ve yorgun akşamında kendimi CSO yollarında buldum;ellerimde kitaplar şemsiyenin altına sığınmış hızlı adımlarla konsere yetişme telaşı içinde..
Beni en çok strese sokan geç kalma korkusuyla Boğaziçi Caz Korosu'nu ilk kez canlı izleyecek olmanın heyecanı harmanlanmış tıp tıp çizmelerimi ıslatan yağmur gibi her adımda çoğalarak kendini hissettiriyordu..
Nitekim konser başlamadan koşar adımlarla salona girip arkadaşlarımın benim için ayırdığı koltuğa yerleştim, kabanımı çıkartıp soluklanırken bir yandan tüm günün yaşanmışlığını,yorgunluğunu ve boğazımdaki ığıl acıyı unutmaya zorladım kendimi..
Sahnede olmak nasıl bir duygu bilirim.O günler geceler süren çalışmalardan provalardan elbet daha kolaydır fakat kendinizi sahnede bulduğunuz an herşey bambaşkadır..Kendinizden ne kadar emin olursanız olun,sahnede enerjiniz tavan yapar,herşey çok hızlı ilerler ne zaman başladınız ne zaman bitirdiniz anlayamazsınız bundandır ki o vakti en iyi şekilde değerlendirebilmek için tüm enerjiniz dikkatiniz sahnedir..Salonda enerjinin nasıl değiştiğini izleyenden çok sahnedeki farkeder aslında ve inanırım ki sanatçı enerjisini izleyiciden alır,salondaki her nefes, her kalp atışı seyrine bir şekilde uydurur sanatçıları..Bu yüzden tamamen sahneye odaklanmak isterim ne olursa olsun izlediğim,dinlediğim şey;bu bir nevi sanatçıya saygı bir yandan da algılarımı sonuna kadar açma şeklim belki de..
Eğitimli,sahneye gözlerinin içi pırıl pırıl,muhteşem sesleriyle çıkan bir grup korist ve sahnede onların önünde ayakları sağlamca yere basan, dik duruşlu,enerjisini ve kararlılığını arkası dönük olmasına rağmen koca bir salon dolusu hissettiren mükemmel bir şef..Onlar en iyi izleyici kitlesini fazlasıyla hakettiklerini performanslarının ilk dakikalarından hissettirdiler zaten...
Müzisyenler;kendilerini anlatmak için notalardan fazlasına bile ihtiyaç duymayan bu farklı insanlar işte onlar gibileri..Sahnede duruşları,dört dörtlük tiyatral sunumları,Türkiye'de çok fazla bilinmeyen koro anlayışını farklı kültürlerden aldıkları parçalarla gözler önüne sermeleri,kostümleri kısacası sundukları her şey özen,özveri,emek,disiplinli çalışma,müzik bilinci,yetenek ve en başta onları yöneten değerli bir şef yıllardır saklanılan lezzetli bir şarap gibi sunulunca bize etkilendim..Uzun zamandır böyle özgün,samimi,kaliteli müzik dinlememiş olsam gerek belki de alışkın değiliz farklı tatlara artık.Ondandır ki tozlu raflardan çıkarılmış gibi bende birçok çağrışıma sebep olan bu grup yazmama neden oldu bu yazıyı..
Nedir sanatçı?Özgündür,duyarlıdır,farklı kültürlerden malzemeler toplayıp katar işine,ruhu zengindir,işini yaparken onu takip edenlerden alır enerjisini ve onlara vermek ister ruhundan bir parça yansıtabildiği kadar sanatına,verebildiği kadar.Onlar öyle yapmış,kazandıkları ödüller,içinde bulundukları projeler,bulundukları platformlar,o geceki ışıkları hepsi apaçık kanıtı..
Son zamanlarda içinde bulunduğumuz herkesin sesini yükseltme cesaretini gösterdiği ortamda;bizi bile anlatmışlar şarkılarında..Üstelik bas bas bağırdılar meydanlarda,halkla kucaklaşıp hep beraber söyledik şarkılarını..Türk halkı caz korosuyla haykırdı..Amerika'da,Graz'da,Çin'de altın madalyaları alırken de akılları ülkelerinde Fransa'da şarkı söylerken de Kadıköy'de de Taksim'de de alkışlandılar..Alkışlanmaya devam ediyorlar..
Onların sanatı var,yetenekleri,çalışma azimleri,kendilerine has bir ışıkları var.Belki de en önemlisi başlarında bambaşka,yetenekli ve başarılı olduğu kadar mütevazi, başarı ışığını çok uzun zamandır kendinde taşıyan Masis Aram Gözbek var..Onu anlatmak için ayrı bir sayfa açıp yeni bir yazıya oturmam gerektiğini düşünüyorum..
Bizim gençliğimizden sanat,ışık,umut ,müzik dolu bir parça..Onlarla gurur duyduk ve eminim kilometrelere sığmayacak bir gün onlar için yankılanan alkış sesleri ve kilometreleri aşan yazarlara konu olurlarken ve eğreti kalırken de benim kalemim onlarla gurur duyuyor olacağız! :)
10 Eylül 2013 Salı
Elbet bir bildiği var bu çocukların..
" elbet bir bildiği var bu çocukların
kolay değil öyle genç ölmek
yeşil bir yaprak gibi yüreği
koparıp ateşe atmak
pek öyle kolay değil
hem öyle bir ağaç ki şu yaşamak denilen şey
her bahar yeniden yeniden tomurcuklanır da
yalnız bir bahar çiçeklenir
a benim gülüm!"
En az yaşam kadar zor olan ölüm kapısını çalınca içimizden birinin ve birer birer eksiltmeye başlayınca ilmek ilmek ördüğümüz geleceğimizden küçülüyor harflerimiz,kısılıyor sesimiz önce. İçinde yaşadığımız dünyayı tekrar tekrar sorgulama isteği midir,kendi çevremizde döndüğünü sanır gibi yaşarken acı bir irkilme hali mi yoksa yıllar önce içine atılıverdiğimiz bu oyunun gerçek yüzünü görme travması mı;siz verin cevabını içinizde..
Nerede yaşarsak yaşayalım,kim olursak olalım;dilimiz,dinimiz,rengimiz her neyse milyarlarca göz aynı sabaha açılırken ve kısılırken aynı güneşe 'insan olma'nın ruhlarımıza verdiği en temel ve en ince gerçeği;vicdanımızın ayak izlerinin doğrultusu dışına mı çıktık yine?
Dedim ya küçüldü harflerim bugün;minicik kaldılar içimde;yazmak istediklerim dolandı birbirine.Büyük hüzünlerin sonuna biraz sessizlik,biraz kendimize dönmek ve düşünmek düşmeli belki.O yüzden ben de çok zorlamıyorum kalemi bugün,bu hüzün bu gerçek yeter bize bugün düşünmek için.
Hiç kolay olmasa gerek yemyeşilken yaprakların bırakmak kendini ölümün soğuk rüzgarına ondan "elbet bir bildiği var bu çocukların.." Ruhun şaad olsun Ahmet..
7 Temmuz 2013 Pazar
En sevdiğim..
"YALNIZ BİR OPERA
ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu. Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha
fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki
gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan ,
benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin
Yaz başıydı gittiğinde. Ardından, senin için üç lirik parça
yazmaya karar vermiştim. Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti
Mayıs. Seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de
ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı,
değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? "Eylül'de aynı yerde ve
aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. Altına saat: 16.00
diye yazmıştın, ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran
Zaman'ı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını
Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik
kalmıştı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış
arkadaşlığımıza. Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
Sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık.
Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
Gittin.şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları
gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir
şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz
kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.
Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu
gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...
Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun
para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar
gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
çağrışımlarla ödeşemezsiniz
dışarıda hayat düşmandır size
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla
Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saatin tiktakları
kaplar tekin olmayan göğünüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar
gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik
kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata
alınmaya
kendimizi hazırlar gibi
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar
Bana Zamandan söz ediyorlar
Gelip size Zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden
karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek,
uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.
Zaman
Alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar
dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir
yerlerden
bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir
gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper.
Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten
Bitmişsinizdir.
Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları
önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini
kazanır. Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Herşeye iyi gelen Zaman sizi kanatır
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
günlerin dökümünü yap
benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
kim bilebilir ikimizden başka?
sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren
kendiliğindenliği
yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi
bir düşün
emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir ise yaramadıysa
Demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda
Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden
ikindi yağmurlarını bekleyen
yaz sonu hüzünlerinden
gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
geçti her çağın bitki örtüsünden
oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
bakarken dünyaya
yangınlarda bayındır kentler gibiyim:
çiçek adlarını ezberlemekten geldim
eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
unuttuklarını hatırlamaktan
uzak uzak yolları tarif etmekten
haydutluktan ve melankoliden
giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocuklarla geçti
gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.
Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
yaram vardı. bir de sözcükler
sonra vaat edilmiş topraklar gibi
sayfalar ve günler
ışık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe... Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü
daha şiir bitmeden. Karardı dizeler.
Aşk... Bitti. Soldu şiir.
Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece
uyudum, hiç uyanmadım.
barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
eksiliyorduk
mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
her otelde biraz eksilip, biraz artarak
yani çoğalarak
tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin
birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
ağır ve acı tanıklıklardan
geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için
panayır yerleri... panayır yerleri...
ölü kelebekler... ölü kelebekler...
sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
Adım onların adının yanına yazılmasın diye
acı çekecek yerlerimi yok etmeden
acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
ipek yollarında kuzey yıldızı
aşkın kuzey yıldızı
sanırsın durduğun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı
AŞKIN BİR YOLU VARDIR
HER YAŞTA BAŞKA TÜRLÜ GEÇİLEN
AŞKIN BİR YOLU VARDIR
HER YAŞTA BİRAZ GECİKİLEN
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
gözlerim
aşkın kuzey yıldızıdır bu
yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
yeniden yollara düşerler
düşerim
bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey
şimdi her şey doludizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren"
Murathan MUNGAN
ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu. Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha
fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki
gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan ,
benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin
Yaz başıydı gittiğinde. Ardından, senin için üç lirik parça
yazmaya karar vermiştim. Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti
Mayıs. Seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de
ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı,
değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? "Eylül'de aynı yerde ve
aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. Altına saat: 16.00
diye yazmıştın, ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran
Zaman'ı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını
Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik
kalmıştı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış
arkadaşlığımıza. Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
Sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık.
Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
Gittin.şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları
gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir
şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz
kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.
Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu
gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...
Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun
para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar
gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
çağrışımlarla ödeşemezsiniz
dışarıda hayat düşmandır size
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla
Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saatin tiktakları
kaplar tekin olmayan göğünüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar
gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik
kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata
alınmaya
kendimizi hazırlar gibi
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar
Bana Zamandan söz ediyorlar
Gelip size Zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden
karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek,
uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.
Zaman
Alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar
dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir
yerlerden
bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir
gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper.
Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten
Bitmişsinizdir.
Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları
önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini
kazanır. Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Herşeye iyi gelen Zaman sizi kanatır
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
günlerin dökümünü yap
benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
kim bilebilir ikimizden başka?
sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren
kendiliğindenliği
yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi
bir düşün
emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir ise yaramadıysa
Demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda
Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden
ikindi yağmurlarını bekleyen
yaz sonu hüzünlerinden
gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
geçti her çağın bitki örtüsünden
oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
bakarken dünyaya
yangınlarda bayındır kentler gibiyim:
çiçek adlarını ezberlemekten geldim
eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
unuttuklarını hatırlamaktan
uzak uzak yolları tarif etmekten
haydutluktan ve melankoliden
giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocuklarla geçti
gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.
Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
yaram vardı. bir de sözcükler
sonra vaat edilmiş topraklar gibi
sayfalar ve günler
ışık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe... Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü
daha şiir bitmeden. Karardı dizeler.
Aşk... Bitti. Soldu şiir.
Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece
uyudum, hiç uyanmadım.
barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
eksiliyorduk
mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
her otelde biraz eksilip, biraz artarak
yani çoğalarak
tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin
birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
ağır ve acı tanıklıklardan
geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için
panayır yerleri... panayır yerleri...
ölü kelebekler... ölü kelebekler...
sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
Adım onların adının yanına yazılmasın diye
acı çekecek yerlerimi yok etmeden
acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
ipek yollarında kuzey yıldızı
aşkın kuzey yıldızı
sanırsın durduğun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı
AŞKIN BİR YOLU VARDIR
HER YAŞTA BAŞKA TÜRLÜ GEÇİLEN
AŞKIN BİR YOLU VARDIR
HER YAŞTA BİRAZ GECİKİLEN
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
gözlerim
aşkın kuzey yıldızıdır bu
yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
yeniden yollara düşerler
düşerim
bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey
şimdi her şey doludizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren"
Murathan MUNGAN
5 Temmuz 2013 Cuma
İlk ilklerden olsun diye..
Gece saat iki suları..Yatağımda hafifçe doğruluyorum.Bir şey uykumun kaçtığını sessizce fısıldıyor kulağıma sanki.Kendimi düşünmekten alamıyorum uykusu kaçmışların genel tavrıyla.Okuduğum yazı o kadar etkiledi ki beni,yazarın bunu yazmış olması değil aslında,düşüncelerini ifade ederkenki tavrı karşısında etkilenmemek neredeyse imkansız.Beni uykusuzluğa sürükleyecek kadar dokundu belki de..
Benim için güneş battıktan ve etraf biraz sessizliğe koyulduktan sonra düşüncelerimin,duygularımın aklımı,kalbimi en çok ziyaret ettikleri saatler başlar.Herkes için farklı olabilir bunun zamanı,ama hepimiz için yok mudur duygularımızın,düşüncelerimizin,amaçlarımızın istilasına uğradığımız saatler.İçimizde uyuyan bu hisler bir yazı,gözlerimizin önüne gelen bir manzara,aniden alınan bir haber ya da önemi bizim için standarttan yüksek olan biri ile uyanıverir.Ben buradayım diyerek hissettirir kendini unutmamıza izin vermeden.Bu yazıdan sonra daha da sahipleniyorum sanki düşüncelerimi.Aklıma Nazım Hikmet'ten bir kaç dize geliyor;
Çok şükür aşığım
Bana öyle geliyor ki,
Bir tek insana
Bir tek ağaca
Bütün ormana
Tek bir düşünceye
Bir çok düşünceye ve fikre aşık olmadan
yaşamak,yaşamak değildir...
Fikirsiz,duygusuz yaşamak olur iş mi? Kendimi bildim bileli içimdeki yararlı olmak;bir fikri,bir buluşu,büyük bir ideali savunmak ve buna tüm kalbimi vermek arzusu hiç sönmedi.Amaçsız,yönsüz,isteksiz bir insan tasavvur etmek istemedim hiç.Hiç aşık olmamış bir insan;aşkı uğruna saçmalamamış bir insan..Aşktan kastettiğim sadece günümüzde daraltılmış aşk tanımına uygun çağrışımlar değil kesinlikle.Bir amaca,bir inanca,bir fikre,bir ideale duyulan aşk dediğim şey.Ya da özel birine duyulan en mahrem duygularımız.İçimizdeki tüm bu arzular,hedefler oluşturur bizi.Onlar yaşatır,isteklerimizi gerçekleştirmek umudu her sabah uyandığımızda hissettirmeye başlar kendini.Yapılacak işler,gerçekleştirilmek istenen hayaller..Bunlar değil midir bizleri ayakta tutan.Bir fikri olmalı insanın.Bilmeli nasıl bir dünyada nasıl bir ülkede yaşamak istediğini.Yaşarken kendinden neler katmak istediğini,hangi yolu takip etmek istediğini bilmeli ki yaşadığını hissedebilsin.Bir doktor olmalı mesela dünyanın en muzdarip olduğu hastalığı yok edebilme inancını hiç yitirmemeli,bir siyasetçi olmalı ülkesini tüm karanlıklardan çıkarıp,aydınlığı tüm engellere rağmen egemen kılmayı amaçlayan,mutluluğun resmini çizeceğine inanan bir ressam;kaleminin mürekkebini gökkuşağından aldığını iddia eden,herşeyin insanları bunalıma sürüklediği bu çağda milyonlara yardımcı olabilmeyi amaçlayan bir psikolog..Kısacası amaç edinebilmeyi,çıkarsız sevebilmeyi ve sahiplenebilmeyi amaçlarımızı öğrenebilmeyi düşündüm ben de Nazım'ın bu dizelerini okuduktan sonra.Kendi hayallerimi ve aşık olduklarımı düşündükçe şanslı saydım kendimi.
Belki şimdi bunları birine anlatsam fazla iyimser olduğumu,insanın her türlü iyiliği zaten kendisine zaten yaptığını,illa ki kahraman olmak gerekmediğini söyleyecek.Anlatmak istediğim sadece kahraman olmak değil.Yanlış anlaşılmak istemem.Evet kahramanlık ruhu ve kahraman ruhlu insanlar her zaman etkilemiştir beni ama amaçtan kastettiğim bu kadar geniş çaplı olmak zorunda değil.Ailesini her zaman bir arada tutmaya çalışan bir anne,öğrencilerine her zaman en iyisini vermeyi amaçlayan bir öğretmen,sınırlarını aşarak kendini geliştiren bir kişi,mükemmel çocuklar yetiştirmeyi amaçlayan bir anne-baba..Bunları tarttım biraz bu saatte dediğim gibi en çok da kendi amaçlarımı.
Bazen içimde sayfalarca yazma isteği,isteğime ulaşmak için kilometrelerce gitmek arzusu uyanıverir.Rüzgarın uzaktan duyulan ama camıma vurmayan sesi içimdeki özgürlük ateşini,yağmurum tıp tıp düşen damlaları ise huzur isteği oluşturur ya;hani hedeflerimize ulaşmak için başarılı olma amacımız..
Madem yaşıyoruz bu sürenin bize tanınmış olmasının da olmalı bir amacı.İçimizdeki istiridyeler gibi hayallerimiz,düşündükçe içini açmak için kendimizde daha da güç bulacağız,ve hatta vazgeçmez ve çabalarsak gerçekleştirmek için,içinden çıkacak incinin büyüklüğünü biz ve çevremizdekiler ancak o zaman öğrenebileceğiz.İçimizdeki gücün hiç bir zaman tükenmemesi dileğiyle...
Demişim yıllar önce. Yazı yazma tutkum kendimi bildim bileli o yüzden bloğumda ilk yazımın eski zamanlara küçüklüğüme ait olmasını istedim.Eski sayfaları karıştırırken ne kadar büyüdüğümü,bir şeylerin ne kadar değiştiğini ve her geçen gün bende olan değişimin ben nereye gidersem gideyim emin adımlarla beni takip ettiğini gördüm tekrar.Çocuksu üslubum ve tavrımla kendimce yazdığım denemeleri ara ara buluyorum eski defterlerin arasından.Bana çocukluğumun ya da geçen zamanın ayrıntılarını hatırlatıyorlar.
Hatta her yeni güne gözlerimi açarken değişenleri düşünüyorum.Gelenleri,gidenleri;avare hallerimde bile hala yazının hayati önemini tartıyorum.İnsan çocukken neyse biraz da öyle sanırım:)
Şimdi bir kahve alıp yazı yazmaya devam.Çok ara verdim,biraz kafa toplayıp ayrıntıları kaydetmek için vakit geç değil.İlk yazım eski bene ait olsun istedim.
Eminim zamanla burada bile değişecek çok şey olacak
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)